|
Ailenin gizli mesajları olumsuz davranışları nasıl pekiştiriyor? BİRÇOK anne ve baba, çocuklarının olumsuz davranışlarını değiştirmek istiyor. Ama maalesef farkında olmadan verdiği mesajlar, değiştirmek istediği davranışları tam tersi pekiştiriyor.
Örneğin bir kadın, babaya soruyor: Saat geç oldu. Sizin çocuklar yatmıyor mu? Baba sitemkâr bir tonla hemen yanıt veriyor: “Oooo, bizim çocuklar gece kuşudur. Bu saatte hayatta yatmaz.”
Misafirliğe gidiliyor. Evde çok güzel bir brokoli salatası var. Kadın, bu salata çok güzel deneyin diyor. Anne, hemen yanıt veriyor: “Oooo, bizim çocuklar yemek seçer. Brokoli hayatta yemez.”
Bir adam, çocuğa okul nasıl gidiyor diye soruyor. Çocuk da yanıt vermiyor. Çocuğun babası hemen “Oooo bizim çocuk utangaçtır, konuşmaz” diyor.
Çocuk tablet oynuyor. Anne, “Bizim çocuk hayatta bilgisayarı elinden bırakmaz”diyor.
Tüm bu mesajlar, çocuğun olumsuz davranışlarını sürdürmesi için gizli mesajlar veriyor. Nasıl mı?
ETİKETLEMENİN GİZLİ ETKİSİ
Bu tür mesajlar iki sebepten dolayı çocuğun olumsuz davranışlarını pekiştirir.
İlk olarak, tüm bu mesajlar birer etikettir. Aile, söylemleriyle olumsuz davranışları etiketler ve mühürler. Çocuk da etiketlenen davranışları kimliğine entegre etmeye başlar.
Örneğin çocuk “Ben utangaç bir insanım ve bununla kabul görüyorum” der.
Kimliğe entegre edilen özellikleri de insan bırakmak istemez. Çünkü bırakırsa bu kimliğinden ve dolayısıyla kabulünden vazgeçmek anlamına gelir.
Kimliğinden vazgeçme ve dolayısıyla kabul görmeme, insanda varoluşsal endişe yaratır. Bu yüzden kişi benliğini sürdürmek için olumsuz davranışını sürdürmeye devam eder.
KAYBEDİLEN BİR SAVAŞ
İkinci olarak bu tür mesajlar, aile ile çocuk arasında bir savaş olduğunu ve savaşı çocuğun kazandığını ima eder. Aile bu söylemlerle pes ettiğini kabul eder.
“Biz çocukları erken yatırmak için çok uğraştık ama başaramadık” mesajı gibi.
Kısacası çocuklar kimlik organizasyonu sırasında etiketlenen davranışlarını sürdürme eğilimini gösterir. Aile çocuğun davranışını etiketleyerek değişimin önünü kapatır. Onları etiketin içine hapseder.
Utangaç olarak etiketlenen çocuk, atılgan davranmakta zorlanır.
Onun için çocukların olumsuz davranışları asla etiketlenmemelidir. Peki bu mantıkla, çocuğun olumlu özellikleri etiketlersek çocuk olumlu özellik kazanır mı?
OLUMLU ÖZELLİKLERİ ETİKETLEMEK
Bazı olumlu özellikleri etiketleyebiliriz ama bazılarını asla etiketlememeliyiz. Peki hangi olumlu özellikleri etiketlememeliyiz?
Bu inanılmaz hassas bir konu. Çocuğun kontrolü dışında olan ‘olumlu’ özellikler, aynı ‘olumsuz’ davranışlar gibi etiketlenmemelidir.
Örneğin çocuk zeki, yetenekli, güzel veya yakışıklı gibi sıfatlarla etiketlenmemelidir. Neden mi? Çünkü çocuklar bu etiketleri her zaman sürdüremez. Bu etiketler, çocukların kontrolü dışındadır.
ZEKÂYI ETİKETLEMEK
Zeki olarak etiketlenen bir çocuk, her zaman zeki görünmek zorunda hisseder. Bu durumda zeki görünmeme ihtimali olan zor işlerden kaçar. İlk önce bir işi değerlendirir ve o işin zor olacağına kanaat getirse başarısız olunca zeki algılanmayacağından korkacağı için o işi denemez.
Aynı şekilde bir çocuğa güzel kızım, prenses kızım veya yakışıklı oğlum derseniz, bir insan her zaman güzel olamayacağı için güzelliğini kaybedersem kabul görmeyeceğim diye kaygılanır. Bir rehber öğretmen anlattı: Yüzünde sivilce çıkan bir kız, güzel görünmeme kaygısından dolayı üç gün okula gelmemiş.
Kısacası çocuğunun kontrolü dışında olan olumlu özellikler de etiketlenmemelidir. Peki çocuğun kontrolünde olan ‘olumlu’ özellikler etiketlenmeli mi?
Bu özellikler etiketlenebilir. Örneğin, bir çocuk duyarlı, dürüst veya yardımsever olarak etiketlenebilir. Çünkü bu özellikler çocuğun kontrolü altındadır.
Bir çocuk her zaman ‘güzel’ olmayabilir ama her zaman ‘yardımsever’ olabilir. Bu şekilde evrensel değerleri çocuklara kazandırabiliriz.
ÇOCUĞA OLUMLU DAVRANIŞLAR KAZANDIRILIR?
YANDAKİ olumlu özellikler etiketlenebilir dedim. Ama bu etiketlemenin de bazı sakıncaları var. Sağlıklı bir birey yetiştirmek için bunu bilmek çok önemli.
Çocuk ‘yardımsever’ olarak etiketlendiği zaman, her zaman yardımsever olmak isteyebilir. Bu önemli ve istediğimiz bir değerdir. Peki yardımseverlik her zaman iyi midir?
Hayır. Bunun da riski vardır. Bir kişide değersizlik duygusu varsa ve değer görmek için kendini yok sayıp sürekli yardım ediyorsa bu kötüdür.
Yardımsever olarak nitelendirilen çocuk, kendini yok sayabilir. Onun için olumlu özellikleri nitelendirmenin bu riski vardır. Peki bu risk nasıl ortadan kalkar?
Koşulları belirterek.
Örneğin, “Biz yardımsever bir aileyiz. Ama biz insanlara kendimizi sevdirmek için değil, onlara yardımcı olmak için yardım ederiz” diyerek koşulları belirtebiliriz.
Bu durumda çocuk bilir ki olumlu özelliklere sahip olmak önemli ama bunu her durumda sürdürmek zorunda değiliz.
Kısacası, olumsuz ve kontrol dışı özellikler etiketlenmemelidir ama olumlu özellikler koşul belirterek etiketlenebilir. Bu durumda çocuklarda sağlıklı bir benlik algısı oluşturmuş oluruz.
NOT: Kişisel özellik ile davranışı etiketlemek arasında da fark var. Bu ayrımı başka bir yazıda ele alacağım.
|
ÇOCUĞUNUZUN ÖZGÜVENİNİ ARTIRMAK İÇİN YAPILACAKLAR ÇOCUĞUNUZUN ÖZGÜVENİNİ ARTIRMAK İÇİN YAPILACAKLAR
1- Ona sık sık söz hakkı verin
2- Kendini ve duygularını ''Ne Düşünüyorsun? Nasıl Hissediyorsun?'' gibi sözlerle anlamaya çalışın
3- O konuşurken onun yüzüne bakın ve ciddiye alındığını hissettirin
4- Onun fikirlerine değer verdiğinizi hissettirin
5- Onun olumlu davranışlarını kesinlikle takdir edin
6- Yaşına uygun görevler verin
7- Verilen görevlerden sonra başarısını takdir edin
8- Onun için zaman ayırın
9- Onun ile değişik konularda sohbet etme ortamı oluşturun
10- Onun korku ve endişelerine saygı duyun
11- Aşırı eleştirici olmaktan ve yargılayıcı davranmaktan kaçının
12- Hatalı davranışlarını konuşarak uyarın ve ona doğru olanı anlatın
13- Başkaları yanında onu küçük düşürmeyin
14- Onun başarısızlıklarını büyütmeyin
15- Başkaları ile onu kıyaslamayın
16- Kabiliyetlerini fark edin ve teşvik edin
17- Onu sosyal ortamlarda bulunmaya cesaretlendirin
18- Topluluk içerisinde söz almasını teşvik edin
19- Onu çocuk olarak görmeyip, varlığını önemseyin
20- Yaşına uygun oyun faaliyetlerini destekleyin
21- Onu sık sık sevdiğinizi söyleyin
22- Onun için önemli olan şeylere siz de önem verin
23- Onun önemli günlerini unutmayın
24- Aile için vazgeçilmez bir kişi olduğunun altını çizin
25- Onun yerine yapması gereken şeyleri siz yapmayın
26- Onun aile içi bağlarının kuvvetlenmesini sağlayın
27- Olayları hep olumsuz değerlendirmeyin
28- Onun okul hayatına ve eğitimine önem verin
29- Sadece onun için ayırdığınız zamanlar olsun
31- Yanlış ve uygunsuz cezalandırmadan kaçının
32- Ondan beklentileriniz çok aşırı olmasın
33- Onun farklı ve gelişmekte olan kişilik yapısı olduğunu unutmayın
34- Onun için mutlu ve huzurlu bir aile ortamı sağlayın
|
ETKİLİ AİLE İLETİŞİMİ ETKİLİ AİLE İLETİŞİMİ
Değerli anne-babalar,
Her zaman bilinen bir söz vardır:” Eğitim ailede başlar” Gerçekten de çocuğa aile içinde gereken becerileri kazandırmaya çalışıyoruz. Ama ne kadarını ve nasıl. Zaten önemli olanda “Nasıl” sorusunun cevabı.
Her aile başarılı çocuklar yetiştirmek ister. Bunun için çocuklarına mümkün olduğunca iyi bir gelecek sağlamaya çalışırlar. Onları iyi okullarda okutmak ister. Bunun için aile varını yoğunu ortaya koyar tüm özverisini çocuğuna verir. Ancak yadsınan bir konu vardır ki oda çocuğun sağlıklı bir kişilik nasıl geliştireceği. Aslında hayatta her şey başarı değildir. Önemli olan çocuğun içinde bulunduğu dönemi nasıl atlattığı, nasıl bir kimlik oluşturduğudur.
Çocuk aileyi yansıtır. Aile içindeki bireylerin kişilik yapısı çocuğun kişiliğini şekillendirir. Yani aile iletişim becerilerini kullanmazsa çocukta iletişim becerilerini kullanamaz. Dolayısıyla çocuk hem ailede hem de sosyal çevrede sürekli çatışma içine girer.
O halde “aile çocuğa nasıl eğitim verecek, çocukta nasıl sağlıklı bir kişilik oluşturacak?”.
Elbette ki her anne baba çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek ister. Çocuğuna iyi niyetle yaklaşmaya çalışır. Ama anne baba iyi niyetleri kullanmasına rağmen yanlış yöntemleri kullanabiliyor. Burada ailenin vereceği iyi bir eğitim çocuğuyla kurduğu sağlıklı iletişim becerilerini kullanmasına bağlıdır. Bu sağlıklı iletişimi çocukla kurabilmek için önce onu tanımak ve onun temel gereksinimlerine saygı duymak gerekir.
İşte ben de bunu düşünerek etkili iletişim kurma yollarını basit olarak size anlatmaya çalıştım . Bu kitapçıkta çocuğunuzun temel gelişimsel özelliklerini görecek, onu daha iyi tanıyacak ve daha iyi anlayacaksınız. Ayrıca sorun çözme, ben dilini kullanabilme, etkin dinleme gibi temel iletişim becerileri ile çocuğunuza daha olumlu yaklaşabileceksiniz
Her şeyden önemlisi çocuklarınızı ayrı birer kişi olarak görüp onların kişiliklerine, bağımsızlıklarına saygı duymaktır. Çocukları tanımada ve anlamada en büyük yardım aslında kitaplar değil çocuğunuz ve sizlerin arasındaki o köprüdür. Yani ETKİLİ İLETİŞİM.
Etkili iletişim çocuğunuzla aranızdaki o köprüyü kurup ona ulaşmanızı kolaylaştıracaktır...
ÇOCUĞUNUZU TANIYOR MUSUNUZ?
Ergenlik hızlı büyüme ve gelişmenin olduğu kız erkek cinsel özelliklerinin belirdiği ilk gençlik dönemini kapsar. Ergenlik dönemi kızlarda 13-14, erkeklerde 14-15 arasında değişir.
ERİNLİK (BULUĞ) ERGENLİK (13-14, 15 )
Hem bedensel hem de ruhsal yönden hızlı bir değişim içindedir. Bedensel görünüm sonucu kızlar kadınsı, erkekler erkeksi görünüme girerler. Çocuğun buluğ çağına girdiğini anlamak için:
•Kızlarda adet görmesi
•Erkeklerde gece boşalması
•Sabahın ilk idrarının alınmasında CEREATINE maddesinin ortadan kalkması
•Çocuğun kemik gelişimi (el, diz, eklem)
Çocuğu buluğ çağına hazırlayan şey: GONODOTROPİK HORMON à Hipofiz bezi salgılar. Ergenlik döneminde bu hormon önce kadınlarda yumurtalıkları, erkeklerde de testisleri geliştirir.
İkinci derecede bedensel özellikler görülür
•Erkeklerde sakal, bıyığın çıkması
•Kızlarda göğüslerin büyümesi, kalçaların genişlemesi
•Çocuğun şeffaf derisinin ergenlik dönemi ile değişmesi
•Yağ dokusunun artması
•Ter salgısının artması ve kokması
•El ve ayaklarda hızlı büyüme (Bu durumda çocuk vücudunu tam olarak kontrol edemez. Böylece bu durum çocuğun davranışlarına yansır. Örneğin sakarlık olayı.)
Çocukta yeni bir tip meydana geliyor. Ancak çocuktaki bu durum onda hayal kırıklığına neden olabilir. Bedensel değişimin artması çocuklarda bir takım fizyolojik rahatsızlıklara neden olabiliyor. (bel ağrıları, bacak ağrıları....)
Ayrıca cinsiyet özelliklerini erken kazanmak kızlarda ve erkeklerde kaygı durumlarını oluşturabiliyor.
İşte ergenlerdeki bu fizyolojik değişimler davranışlara yansıyor.
DAVRANIŞLARDAKİ DEĞİŞİMLER:
Yalnızlık isteği:
Her genç yalnızlığını paylaşacağı ayrı bir odasının olmasını ister. Odasında saatlerce kalabilir. Küçük nedenlere kızabilir, kırılabilir. Gencin bu isteğinin doğal karşılanması gerekir.
İsteksizlik oluşabilir:
Hızlı bir bedensel gelişme içinde oldukları için bu durum enerjilerini tam olarak kullanamamalarına neden oluyor. Tüm enerji bedene yansıyor. Sonuçta isteksizlik oluşabiliyor. Bir takım ağrılar, sızılar oluşabiliyor. İşte tüm bu durumlar derslere de yansıyabiliyor. İlkokulda elde edilen başarıda düşüş görülebiliyor. Bununla başa çıkmak çok önemli. Bu başarısızlık durumunda kaygı duymamak gerekir. Bunun geçici olduğunu düşünmek en doğru çözüm olur.
Bu dönemde isteksizliğe bağlı olarak can sıkıntısı da oluşabiliyor ve can sıkıntısı uzun sürebiliyor. Ayrıca huzursuzluk oluşabiliyor. Bunun nedeni ise bedendeki değişimlerdir. Sürekli bir şeylerle ilgilenme, meşgul olma isteği var. Ergen hareketli, kıpır kıpırdır. Bu durum okul için de söz konusudur.
Toplumsal zıtlık durumu:
Sürekli içinde bulunduğu ortama karşı çıkar. Bu nedenle çevresi ile olan ilişkilerinde zaman zaman geçimsizlik oluşabilir.(gerek aile, gerek okul, gerek arkadaş ilişkilerinde)
Otoriteye karşı direniş eğilimleri:
Ev ortamında mutlaka otoriteyi temsil eden birisi vardır. Ya anne ya baba ya da ağabey, abla. Gelişmekte olan ergenin karşı çıkacağı ilk kişi otoriteyi temsil eden kişidir. Eğer otoriteye karşı çıkamıyorsa bu istek ergende daha da alevlenecektir. Özellikle 13 yaş kişinin en huzursuz olduğu en geçimsiz olduğu, her şeye karşı çıktığı bir dönemdir. Otoriteye karşı gelemeyen bireylerde bavı davranış bozuklukları oluşuyor:
•Olay yaratmak
•İnsanları kızdırmak
•Yerli yersiz ıslık çalmak
•Dikkatsizlik
•Kabalık
•Şüphecilik
•Sabırsızlık
•Dalgınlık, aldırmazlık
•İnatçılık
•Kafa tutma
Bu bozukluklar cinsel olgunlukla birlikte düzelme gösterir.
Karşı cinse olan zıtlık:
Genellikle bu dönemde kızlar ve erkekler birbirlerini sevmezler. Ancak birbirleri olmadan da yapamazlar. Sürekli karşı cinsten olanları küçük düşürme eğilimime girebiliyorlar.
Duygululuğun artması:
Bu dönemde ergenler çok fazla duygusal olabiliyorlar. Ancak bu durum biçim değiştirerek kendisini gösterir:
•Karamsarlık oluşur.
•Kendilerine söylenen şeyleri ters anlarlar.
•Çabuk sinirlenirler.
•Hiçbir şeyden memnun olmama.
•Küçük şeylerden dolayı hemen ağlama görülebilir.
Kendilerine olan güven duygusu azalabiliyor:
Çocukların kendilerine olan güvenlerinin azalmasının nedeni onlardan beklenen rollerin yoğunluğudur.
İyi bir öğrenci..........
İyi bir evlat............
İyi bir abla ya da ağabey..........
İşte çocuklardan beklenen mükemmeliyetçi özellikler özgüveni sarsıyor.
Ayrıca bu dönemde çekingenlik oluşabiliyor ve kendilerini bu yönde gizleme eğilimi görülebiliyor.
Hayalcilik oluşabiliyor. Genç nelerden yoksunsa nelere arzu duyuyorsa o şeylerin hayalini kurar.
ERGENLERİN KAYGILARI
Bedeninin fiziksel özelliklerinin normal olup olmadığı durumu kaygı yaratabiliyor. Cinsiyetinin normal gelişip gelişmediği ve cinsiyetinin bir takım özellikler kaygı durumlarını yansıtabiliyor. Örneğin: ayaklarının büyük olduğunu düşünen genç daha küçük ayakkabı isteyebilir. Ellerini saklar. Sivilceli yüzlerine, düzensiz dişlerine karşı kaygı duyabilir.
Acaba ben tam bir kadınsı özelliklere sahip miyim?
Acaba ben tam bir erkeksi özelliklere sahip miyim? düşüncesi sürekli zihinlerini meşgul eder.
Cinsellikle ilgili konuları genellikle aileleri ile paylaşmazlar. Arkadaşları ile paylaşırlar, çeşitli yayınlar takip ederler.
Cinselliğin dışında din ahlak, felsefe, siyasal konuları da yoğun olarak arkadaş aralarında konuşurlar.
Bakın anne ve babalar bu yaşlardaki çocuklarının hangi davranışlarından yakınıyorlar:
•Hırçınlaştı, ders çalışmıyor. Sorumluluk duygusu yok. Canım sıkılıyor diyor. En küçük isteklerini sert bir dille ifade ediyor. Kardeşlerini kızdırmaktan zevk alıyor.
•Okuduğunu anlamıyor gibi, durgunlaştı, dalgınlaştı. Çabuk karamsarlığa kapılıyor. Ara sıra hiç yoktan huzursuzlaşıyor, sert karşılık veriyor.
•İleri derecede alıngan. Derslerinde yine başarılı ama oyuna, eğlenceye daha da düştü. Olur olmaz şeye ağlıyor. Evde huysuz, dışarıda ise çok sıkılgan.
•Her istediğini yaptırmak istiyor. Aşırı süsleniyor. “Siz bana karışamazsınız.” diyor.
•Derslerinde başarılı hiç sorun çıkarmayan bir çocuktu iki kez okula gitmemiş, arkadaşları ile gezmiş. Sorunca yalan söyledi. Bu davranışı bizi çok şaşırttı.
•Çok harçlık istiyor, çok geziyor; eve girmek istemiyor. Spora çok düştü. Dersleri ile ilgilenmiyor. Banyoya sokamıyoruz, ellerini bile yıkatamıyoruz. Saçını kestiremiyoruz.
•Son derece asi ve hırçın olmaya başladı. Başına buyruk olmak istiyor. Dayak, kötü söz, tatlı söz hiçbiri sonuç vermiyor. Bir ruh hekimine götüreyim mi?... gibi yakınmalar sürüp gidiyor.
Ergenlik dönemi bireyin kendisi ile ilgilendiği dönemdir. Bu ergenlerin kaygılarının sıkıntılarının çeşitliliğinden kolaylıkla anlaşılır. Ergenlerde gözlenen kaygı alanları çok çeşitlidir. Yapılan araştırmalarla da bu net olarak ortaya çıkmıştır. O halde kaygı konularını şöyle sıralamak mümkün:
Sağlıkla ilgili kaygılar:
Yeterli uyuyamamak, gevşeyip rahatlayamamak, sakarlık, bedensel görünüm, gerginlik, güzel ya da yakışıklı olamadığını düşünmek, kısa boylu olmak...
Kişilik ile ilgili kaygılar:
Kendini aşağı görme, kendisine güveni olmamak, kendisini yetersiz görmek, sık sık öfkeye kapılmak, küçük şeylere üzülmek, olayları çok ciddiye almak....
Aile ve ev yaşamına ilişkin kaygılar:
Kendisine ait bir odasının olmaması, cinsel sorunlarını ailesi ile paylaşamaması, arkadaşları ile dışarı çıkamaması, çocuk yerine konmak, ailesinin arkadaş çevresine,tercihlerine, isteklerine karışması, özgürlüğünün kısıtlanması....
Sosyal ilişkilerine yönelik kaygılar:
Yeni tanıştığı insanlarla nasıl konuşacağını bilememe, yeterince arkadaş edinememek....
Din ahlak konularındaki kaygıları:
Ölüm korkusu, din konusunda daha fazla bilgi istemek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilememek...
Okulla ilgili kaygıları:
Dikkâtini toplayamama, çalışma yöntemini bilememe, çalışırken hayal kurma, derse kendisini verememe, çalışmak isteyip de çalışamama, kendisini derste ifade edememe, etkili bir programının olmaması, not kaygısı, sınav kaygısı, uzun bir süre kendisini TV’den alamama, zaman kaybı....
Meslek seçimi ile ilgili kaygılar:
Hangi mesleği seçeceğini bilememek, yeteneklerinin ilgilerinin ne olduğunu bilememek, ailesinin meslek seçimine karışması....
ERGENLERİN ÇELİŞKİLERİ (Ergenleri çelişkili ruhsal durumları)
•Gençler aşırı derecede bencildirler. Bunun tam karşıtı fedakar davranışlarda bulunabiliyorlar. Bu durum sonuçta bir çelişki oluşturuyor.
•Otoriteye karşı direndikleri halde kişiler bağlandıkları kişiye sonuna kadar bağlanabiliyorlar. Bu durumda çelişki yaratıyor.
•Genç kendisine karşı çok nazik ve samimi , saygılı davranılmasını ister. Ancak genç başkasına karşı kaba ve sert davranabiliyor.
•Çok iyimser, her şeye dört elle sarılan yorulmaz olmasına karşın; kötümser, içe kapanık, uyumsuz olabiliyor.
KİMLİK VE ARKADAŞLIK
Bu dönemin temel gelişimsel özelliği kimlik oluşturmaktır. Eğer birey daha önceki gelişimsel dönemlerini sağlıklı bir biçimde atlattıysa ya da gerek ailevi gerekse sosyal ilişkilerindeki çatışmaları çözebildiyse sağlıklı bir kimlik oluşturur. Daha sonraki genç yetişkinlik, onu takiben yetişkinlik ve diğer gelişimsel dönemlere sağlıklı bir biçimde girer ve bu dönemleri sağlıklı bir biçimde sürdürür.
Kimlik oluşumu özdeşleşme ile başlar. Yani genç çevresinde gördüğü, beğendiği, etkilendiği, değerli saydığı kişileri kendisine mal eder, onlarla özdeşleşir. Bu kişiler gencin öğretmeni, arkadaşı, kardeşi,sevdiği sanatçıya da bir roman kahramanı olabiliyor. İşte genç bu kişilerin giyim tarzlarını, konuşmalarını, tavır ve davranışlarını taklit eder, onlarla bu anlamda özdeşleşir. Bu aşırıya kaçmadıkça doğal bir süreçtir. Ergende böyle davranışlar görüldüğünde ergen küçük düşürülmemeli, onunla alay edilmemelidir. Çünkü bu doğal bir gereksinimdir ve sonuçta ergen özdeşleşme yoluyla kimliğini bulacaktır.
Bir de ergenlik döneminde morotoryum denilen bir duraklama söz konusudur. Bu çocuk rollerini bırakıp yeni bir rol edinme yani genç rollerini üstlenmedeki durumdan kaynaklanır.
En hassas, en stresli bir dönemin bir başlangıcıdır. Özellikle 13 yaş üzerinde durulması gereken bir yaştır. Bu dönemde ergen daha huzursuz, daha gergin ve uyumsuz bir yapı içindedir. Çocuğun kolaylıkla dışarıya kapılabileceği, olumlu, olumsuz faaliyetlere yönelebileceği bir dönemdir. Bu nedenle özellikle bu dönemde ergenin sosyal ilişkilerinin,arkadaş çevresinin bilinmesi ve çocuğa fark ettirilmeden kontrol altına alınması gerekiyor.
Ergenlikte grup kimliği önemlidir. Bu nedenle ergenin arkadaşları ve arkadaşları ile yaptığı şeyler önemlidir. Ergenin arkadaşlarını gözleyerek onun ruhsal problemlerinin farkına varabiliriz. Kısaca arkadaşlık ruh sağlığının belirleyicisidir. Örneğin bir genç arkadaşlarına aşırı derecede bağlılık duyuyorsa aile içinde çözemediği çatışmalar olabilir, sevgi ya da ilgi ihtiyacı tam olarak karşılanamıyor olabilir. Başka bir örnekse genç ya yaşından küçüklerle oynuyorsa ya da sürekli karşıt cinslerle oynuyorsa cinsel kimlik problemleri olabilir. Örnekleri bu anlamda çoğaltmak mümkün.
Bu dönemde olumsuz arkadaş gruplarından en çarpıcı örnekse çete gruplarıdır. Çete gruplarında bulunan gençlerin %90’ının aile içinde problemleri var demektir. Yapılan araştırmalarda da bu kanıtlanmıştır. Bu çocuklar ailelerinde bulamadıkları ilgi ve sevgi ihtiyacını grup içinde telafi ediyorlar. Ailelerinden yeterince ilgi görememeleri dolayısıyla olumsuz bir takım faaliyetlere girip ( alkol kullanımı, şiddet olaylarına katılma, bir ideolojiye sımsıkı bağlanıp olumsuz etkinliklere girme, uyuşturucu kullanımı, cinsel taciz olayları, hırsızlık gibi yasa dışı faaliyetler....)çevrenin ilgisini çekme niyetine girebiliyorlar.
Çetelerin kurulmasındaki en ciddi yaş 11-13 yaşları arasıdır. Önce oyun grupları şeklinde kuruluyor, daha sonra bu gruplar suç alt kültürüne yani çetelere dönüşüyor.
Çetelerin oluşmasındaki belli başlı faktörler:
•Dil güçlükleri: Konuşulan dili anlamama ya da çocuğun konuştuğu dilin başkaları tarafından anlaşılmaması.
•Okulda karşılaşılan güçlükler: Başarısızlık, okula devamsızlık, okulda iyi bir arkadaş çevresinin oluşmaması...
•Her türlü ayrımcılık: Din, mezhep, dil, ırk ayrımı
•Düşük ekonomik durum:
•Aile ocağındaki yıkıntı: Üvey anne baba tutumları, ailenin ilgisizliği...
•Çocuğun içinde bulunduğu gruptan dışlanması: Çocuk çeteyi prestij sağlamak,bir mevkii sağlamak açısından bir araç kabul etmekte ve çeteye katılmaktadır. Çeteye katılan
kişinin bazı kişilik sorunları çözümlenememiştir. Özellikle güvensizlik duygusu çete içinde kaybolur.
Çetelerde aşırı bir dayanışma söz konusudur. Çeteye girmek isteyen kişiler önce sadece heyecan duymak için birlikte küçük suçlar işlerler. Eğer işlenen suçlar cezasız kalırsa bu sefer daha büyük suçlar işlemede adım atarlar. Çete içinde suçlar bir adet-gelenek halini alır ve yeni üyelere suç tekniği öğretilir, birey işlediği suçlardan dolayı suçluluk duygularına kapılmaz. Çünkü bunu bireysel olarak işlenmiş bir suç değil; grubun suçu olarak algılar.
Bu dönemde ergenlerin yalnızlık ihtiyacı çete içinde engellenerek ortadan kalkar ve kişi daha doyumlu olur, kendisine benzeyen insanların da olduğunun farkına varır. Başka insanların da kendisi gibi yalnız,başarısız olduğunu bildiği zaman rahat ederler.
Ayrıca sigara, alkol gibi madde kullanımları da bu dönemde başlıyor. Önce özenti olarak kullanılıyor. Daha sonra birey bu maddelere sorunları oldu zaman yaklaşıyor ve bunları sorunlardan kaçma yolu olarak algılıyor. En son aşama da ise alışkanlık halini alıyor.
İLGİLERİNİN ÖZELLİKLERİ
•Ergenlerin ilgilerinde bir ölçüsüzlük vardır.
•Duygu, düşünce ve davranışlarında bir aşırılılık söz konusudur.
•Ergenlikte ilgiler çabuk söner ve yeni ilgiler ortaya çıkar.
•İlgilerde artış görülür ve değişik ilgilere verdiği değer de değişir.
•Ergenlik döneminin başında ilgilerde bir dengesizlik görülür. Ergenlik yılları ilerledikçe bu dengesizliklerde de azalmalar görülür.
ERGENLİKTE İNTİHAR
Ergenlik döneminde yoğun olarak görülen bir durumdur. Nedeni moda ya da paylaşılan bir duygu gibi görülmesidir. intihar nedeni olarak kişi kendisi ile ilgili değil ailesi ile ilgili şeyleri ortaya atıyor özellikle intihar örnekleri ve görüntüsü insanları çok etkiliyor ve ümitsizlik duygularını oluşturuyor.
Eğer kişilerin çocukluk yaşantılarında, ailesinde intihar geçmişi varsa bu çocukların ya da kişilerin intihar etme olasılıkları fazladır.
İntiharın önemli nedenlerinden birisi de depresyondur. Depresif kişiler olayları hep kendilerine mal ederler, olayların tek sorumlusunun kendileri olduğunu düşünürler. Ailevi problemler,çözülmemiş hastalıklar... depresyona neden olur ve depresyonun son noktası da intihardır.
“ÇOCUĞUNUZU TANIYARAK EĞİTİME BAŞLAYINIZ” (J.J.Rousseau)
AİLE
Aile bir ilişkiler sistemidir. Aile demekle neyi kastediyoruz? Soyut anlamda kişiler arası ilişkileri içeren belli kuralları olan bir düzendir.
Aile sistemi dediğimiz zaman aile içindeki bireylerin birbirleriyle nasıl etkileşimde bulunduklarını düzenleyen kuralların tümünü kastederiz.
Birey Davranışları İle Tüm Aileyi Yansıtır:
Her birey kendi benlik tanımlaması içinde ailenin tüm düzenini yansıtır;koşullar olanak verildiğinde, kendi bildiği türden bir aile ortamı yaratmaya girişir. Daha doğrusu koşul ve olanakları kendi bildiği aile türünden bir aile yaratacak biçimde kullanır. Bu nedenle babası alkolik olan bir kız alkolik bir adamla evlenir; annesi tarafından ilgi, sevgi görmemiş, yalıtılmış bir erkek ise anneleri gibi duygusal yönden soğuk kadınlarla evlenirler. Aile içindeki roller böylece kuşaktan kuşağa kendi kendini böylesine yineler
AİLENİN TEMEL GEREKSİNİMLERİ
1.Değerli olma duygusu: Aile içindeki etkileşim çocukları ya “ben değerliyim” ya da “değersizim” duygusuna götürür. Bu gereksinim aile içinde yerine getirilmezse çocuk her türlü davranışla bu duyguyu elde etmeye çalışır. Ergenlik çağındaki erkek çocukların çete(gang) kurarak çoğu kez ölümle sonuçlanan çatışmaları da, kendilerini önemli görmeyen aile ortamlarına bir tepki olarak yorumlanır.”Ben değerliyim” duygusunu aile içinde elde eden birey kendisini kanıtlamak için aşırı davranışlarda bulunmaya gerek duymaz.
2.Güven ortamı: Aile içindeki bireylerin emniyette olduğu, dışarıdaki tehlikeli olayların aile içine girmeyeceği duygusu, bu gereksinmenin temel nedenidir. Eğer çocuk ev içinde kendisini güven içinde bulmuyorsa çocuk ailenin dışında bir yere yönelir. Aile ile olan bağlarını koparır.
3.Yakınlık ve dayanışma duygusu: Aile içinde temel güven ve dayanışma varsa aile dışında bireyin karşılaştığı stres getirici olumsuz olaylar yıkıcı etkisini pek göstermez. Güven duygusunun baskın olduğu aile dış dünyanın yaratmış olduğu sıkıntı ve kaygılarından kendisini kurtarır. Bu tür aile içinde olan kimseler kendilerine olduğu gibi çevresine de güvenirler. Eğer aile içinde güven ve dayanışma sağlanmamışsa bu insanlar yoğun stres ve gerginlik yaşarlar. Bu kişiler kendilerine dahi güvenemezler. Dolayısıyla çevresinde yakın ilişkiler kuramazlar.
4.Sorumluluk duygusu: Aile sistemi içindeki anne ve babalar davranış ve sözleri ile sorumluluk duygusunu ifade ederler. Aile içinde sadece anne baba değil herkes sorumluluk duygusunu paylaşır. Elbette ki çocuklara yaşları oranında sorumluluk yüklenmelidir. Tüm sorumluluğu kendi üzerine alan, çocuğunu sorumluluktan kurtaran anne ve babalar kendi yaşamını biçimlendirmekten aciz sürekli başkalarının yönetiminde olmaya yönelik bireyler yetiştirirler Bu tür tutumlar sonucunda yetişmiş bireyler yaşamlarında yer alan olaylardan sürekli başkalarını sorumlu tutarlar. Gelişimsel dönemi göz önüne alınarak çocuğun odasını toparlaması, ev işlerine yardım etmesi gibi konularda sorumluluğu sağlanabilir. Bunu yaparken kız ve erkek işleri kesin çizgilerle ayrılmamalıdır.
5.Zorluklarla mücadele ederek onların üstesinden gelmeyi öğrenme: Çocuğa her şey hazır verilmemelidir. Sorumluluk duygusunun gelişimi ile ilgili anlatılanlar zorluklarla mücadele etme ile ilgilidir. Çocuğun içinde bulunduğu gelişimsel dönem göz önünde bulundurularak çocuk kendi sorunları ile başbaşa bırakılmalıdır. Bu durum onların zor sorunları ile mücadele ederek, uğraşmasına olanak vermek, kendisine güvenli sorun çözme becerileri gelişmiş bireyler olarak yetişmeleri için gereklidir. Karşılaştığı her zorluğa aşırı yardım eden ana babaların çocukları sürekli başkalarına muhtaç, kendilerine güvensiz olur. Böyle kişiler yetenek becerilerini keşfedemezler.
6.Mutluluk ve kendisini gerçekleştirme ortamı: Aile ortamı bir mutluluk ortamıdır. Şimdiye kadar anlatılan gereksinimlerin karşılanması mutlu olmayı getirir. Evde değerli olduğu duygusunu tadan birey mutlu olur ve yaptığı şeylerden doyum alır, kendini gerçekleştirme olanağı bulur.
7.Sağlıklı manevi yaşamın temellerini oluşturma ortamı: Katı din kuralları altında yetiştirilmiş çocuk sürekli yargılanacağı, cezalandırılacağı korkusunu yaşar. Kendi yaşantı ve deneyimlerini zenginleştirecek iç ve dış dünyasını araştırıp keşfedeceği yerine körü körüne itaati, kendi düşünce ve duygularından utanmayı öğrenir. Sağlıklı manevi yaşam ailenin çocuğuna verebileceği en önemli süreçtir. Sağlıklı bir manevi temeli olan insanlar kendisi ile barışık, insan ilişkileri olumlu ve kuvvetli saygılı bireyler olarak yetişirler.
KORUNMASI GEREKEN BEŞ TEMEL ÖZGÜRLÜK
1.Şimdi ve burada olanı duyma ve görme (algılama) özgürlüğü
2.Kendi düşündüğünü olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü
3.Kendi duygularını olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü
4.Kendi arzularına göre bir şeyi isteme ya da reddetme özgürlüğü
5.Olmak istediği yönde gelişerek kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğü
AİLE İÇİ İLETİŞİM
Etkili iletişimin temelinde bireyin kendisini tanıması, kendi değerlerinin ve tutumlarının farkında olması ve kendine güven yatar. İyi bir iletişimci ipuçlarını anında görür (jestler, mimikler, beden duruşu) ve onları gerçekçi olarak değerlendirir.
İLETİŞİM ENGELLERİ
1.Emir vermek, Yönlendirmek: Bu iletiler kişinin duygularının önemsiz olduğu mesajını verir. Kişi diğer kişinin istediğini yapma zorunluluğunu hisseder.
2.Uyarmak, Gözdağı vermek: Bu iletiler de emir verme ve yönlendirmeye benzer; ancak kişinin vereceği yanıtın karşılığı olacak tümceleri de içerir. Kişinin isteklerine saygı duyulmadığı mesajını verir. Bu durum kişide öfke ve düşmanlık yaratır.
3.Ahlak dersi vermek: Bu tür ilişkilerde otoritenin ve zorunlulukların gücü kişiye karşı kullanılır. “yapmalısın, etmelisin” mesajlarını iletir ve bireyi karşı koymaya zorlar.
4.Öğüt vermek ve çözüm önerileri getirmek: Kişinin sorunlarını kendi kendisine çözeceği yeteneğinin olmadığına inanıldığını gösterir.
5.Öğretme, nutuk çekme, mantıklı düşünceler önerme: Bu durum aile içinde o anda herhangi bir sorun yokken çocuklar tarafından kabul edilebiliyor; ancak, sorun anında bu durum kabul edilmiyor ve daha fazla çatışmalara neden oluyor. Mantıklı düşünceler önerme çocuğun mantıksız ve bilgisiz olduğuna dair mesaj iletir.
6.Yargılamak, eleştirmek, suçlamak,aynı düşüncede olmamak: Bu iletiler çocuk üzerinde diğerlerinden daha fazla olumsuz etki yapar. Bu değerlendirmeler çocuğun benlik saygısını düşürür. Çocuklar hakkında yapılan olumsuz değerlendirmeler çocuğun kendisini değersiz, yetersiz görmesine neden olur.
7.Övmek, aynı düşüncede olmak, olumlu değerlendirmeler yapmak: Genel inanç olarak bu durumun çocuğa zarar vereceği hiç düşünülmez. Çocuğun öz imgesine uymayan değerlendirmelerin yapılması çocukta kızgınlık yaratır. Çocuklar bu iletileri anne babanın kendilerini yönlendirme ve isteğini yaptırma girişimi için kurnazlık olarak yorumlarlar. “Siz böyle söyleyince sanki ben daha çok mu çalışacağım?” gibi düşünürler. Övgü ise başkalarının yanında yapılıyorsa çocuğu utandırır. Aşırı övgü sonucunda çocuk buna alışır ve övülmeye gereksinim duymaya başlar.
8.Ad takmak, alay etmek: Çocuğun benlik saygısı üzerinde olumsuz etki yapar.
9.Yorumlamak, analiz etmek, tanı koymak: Bu durum çocuğun konuşmasını, kendi duygularını ifade etmesini engeller.
10.Güven vermek, desteklemek, avutmak, duygularını paylaşmak: Anne babalar çocuklarının duygularını tam olarak anlamadıklarında ortaya çıkar. Böyle bir durumda sorun hiç yokmuş gibi algılanıp avutma eğilimine gidilir.” Üzülme yarın her şey düzelecek, kendini daha iyi hissedeceksin” gibi mesajların verilmesi çocuğun önemsenmediği hissini verir.
11.Soru sormak, sınamak, sorgulamak: Çocuk sorgulanıyor hissine kapıldığında bu durum onda güvensizlik, kuşku oluşturur.
12.Sözünden dönmek, oyalamak, alay etmek, şakacı davranmak, konuyu saptırmak: Böyle iletiler yüzünden çocuk anne babasının onunla ilgilenmediğini, duygularına saygı göstermediğini belki de onu dışladığını, dikkâte almadığını düşünür. Çocuklar sorunlarını dile getirdiklerinde çok ciddidir. Şaka ve espriyle karşılık vermek onları incitebilir ve itilmişlik kenara atılmışlık duygusunu verir.
ANA BABALAR ON İKİ İLETİŞİM ENGELİNİ KULLANINCA...
CEVAP
İLETİŞİM ENGELİ
♣“Benim oğlum okulu bırakamaz. Buna izin vermem.”
EMİR VERME♠YÖNLENDİRME
♣“Okulu bırakırsan benden para mara bekleme.”
UYARMA♠GÖZDAĞI VERME
♣“Okumak herkese nasip olmayan ödüllendirici bir deneyimdir.”
AHLAK DERSİ VERME
♣“Ödevini yapmak için neden bir program yapmıyorsun?”
ÖĞÜT VERME♠ÇÖZÜM GETİRME
♣“Üniversite mezunu lise mezunundan yüzde elli fazla kazanır.”
NUTUK ÇEKME♠ÖĞRETME
♣“Uzak görüşlü değilsin. Düşüncelerin henüz yeterince olgunlaşmamış.”
YARGILAMA♠ELEŞTİRME♠SUÇLAMA
♣ “Her zaman gelecek için umut veren iyi bir öğrenci oldun.”
ÖVME
♣“Hippi gibi konuşuyorsun.”
AD TAKMA♠ALAY ETME
♣“Çaba göstermediğin için okuldan hoşlanmıyorsun.”
YORUMLAMA♠ANALİZ ETME
♣“Duygularını anlıyorum, ama son sınıfta daha iyi olacak.”
GÜVEN VERME♠DUYGULARINI PAYLAŞMA
♣“Eğitimsiz ne yapacaksın? Nasıl geçineceksin?”
SINAMA♠SORU SORMA♠SORGULAMA
♣“Yemekte sorun istemiyorum.”
GÖNDERİCİ
Bu tür yanıtlar çocuktan gelecek bir sonraki iletişimi engeller; ana-baba çocuk ilişkisi gibi çocuğun benlik saygısını da olumsuz engeller. Çocuklar üzerinde aşağıdaki olumsuz sonuçları oluşturma tehlikesi taşır:
•Konuşmalarını engeller
•Savunmaya geçirir
•Kavgacı yapar, karşı saldırıya yöneltir
•Yetersiz olduklarını hissettirir
•Kızdırır, küstürür
•Oldukları gibi kabul edilemedikleri duygusunu uyandırır
•Sorunlarını çözmede kendilerine güvenilmediğini hissettirir
•Anlaşılmadıklarını hissettirir
•Duygularının yersiz olduğunu hissettirir
•Kızdırır, yılgınlığa uğratır
•Sorgulanıyor duygusunu yaratır
•Anne ve babasının kendisiyle ilgilenmediği duygusunu uyandırır.
AİLE KURALLARI
Her aile gerek açık gerekse kapalı olarak kurallarını belirlemiştir. Sağlıklı ailede kurallar gizli değil açık olarak belirlenmiştir. Aile içindeki bireyler birbirlerinin iyi tanırlar, duygular karşılıklı olarak hissedilir. Evde eşitlik söz konusudur.
Mutlaka ki zaman zaman her evde küçük de olsa çatışmalar yaşanır. Hiç çatışma yaşanmayan bir evde büyük olasılıkla maskeler takılıdır. Yani sosyal maskeler iletişimde bulunuyordur.
Çatışma uzun süreli ilişki içinde olan kişiler arasında doğal olarak ortaya çıkar. Önemli olan çatışmanın çıkmasını önlemek değil, çatışma çıktığı zaman kişilerin birbirleriyle nasıl etkileşim kuracağının bilinmesidir. Aralarında çıkan çatışmayı birbirlerini kırmadan çözebilme becerisini gösteren çiftler sağlıklı bir aile kurar.
SAĞLIKLI BİR AİLEDE SORUNLARI ÇÖZMEK İÇİN KULLANILAN YÖNTEMLER
•Duygu ve düşünceler olduğu gibi, abartılmadan ortaya konulmalıdır (Bu tutuma kendine güvenli ve kendine saygılı tutum diyoruz. Bu tutum içinde olan kişiler hem kendilerine hem de başkalarına saygı gösterirler.)
•Sorunlar şimdiki bağlam içinde ele alınmalı ve eski birikimler işin içine sokulmamalıdır
•Kesinlikle öğüt verme kullanılmamalı, davranışlar somut bir biçimde ayrıntılı olarak ele alınmalıdır.
•Yargılamaya gidilmemeli, kişiler kendi duygu ve düşüncelerini ifade edebilmelidirler.
•Duygu ve düşünceler, ne az ne eksik, olduğu gibi olduğu gibi ifade edilmelidir; karşısındakinin ne beklediğine ya da en mükemmel olması gerektiğine göre ifadeler aranmamalıdır.
•Konunun özü ile konuya ilişkin olmayan ayrıntılar birbirinden ayırd edilmelidir. Örneğin siz çocuğunuza “iki saat geciktin” dediğinizde, çocuğunuz size: “hayır bir saat kırk beş dakika geciktim” dememelidir.
•Sorun çözmede etkin dinleme kullanılmalıdır. (daha sonraki bölümde ayrıntılı olarak anlatılacak)
•Belirli bir zaman konusu içinde ancak bir çatışma üzerinde durulmalı, başka çatışma konuları çatışmaya katılmamalı.
Örneğin: “hem geç kalıyorsun hem de bana yardım etmiyorsun”diyerek iki konuyu birden ortaya atmamak gerekir.
•Birinin haklı çıkması yerine her iki tarafın da anlaşabileceği bir çözüme yönelmek gerekir. “ben haklıyım, sen yanlış hareket ediyorsun” tarzında davranmamak gerekir.
SAĞLIKSIZ AİLEDE GİZLİ KURALLAR
Sağlıksız ailede kurallar bilinçaltındadır. Gizli ve açığa çıkmamıştır. Bu kuralları kimse tartışamaz. İşte sağlıksız ailede geçerli olan kurallar şunlardır:
1.Denetleme: çocuk duygu ve düşüncelerini ifade ederken hep korku içindedir. Ya da duygularını ifade edemez, bastırır. Söyleyeceklerini hep önceden kestirmek zorundadır. Kendiliğinden ortaya çıkan davranış kötüdür, affedilmez. Bu tür ailelerde sağlıklı bir güven ortamı söz konusu değildir.
2.Mükemmeliyetçilik: Yapılan her işte, girilen her sınavda kişinin mükemmel olması beklenir. Her şey göstermeliktir, başkasının beğenmesi için yapılır. Mükemmeliyetçilik kişinin kendi gerçeğinin hiçbir değeri olmadığını kendi düşünüş ve değerlendirilişinin önemsiz olduğunu ifade eder. Bu ortamda yetişen çocuğun temel duygusu umutsuzluktur. Kendilerini değersiz, yetersiz bulurlar.
3.Suçlama: Suçlama olayları olduğu gibi kabul etmemenin bir sonucudur. Yapılan suçlamalar her şeyin denetim altında tutulması gerektiği ve yapılan her şeyin mükemmel olmasının zorunlu olması gerektiğini ortaya çıkarır. Bu durum ise kişide kaygı ve utanç duygularını yaratır.
4.Beş temel özgürlüğün inkârı: Sağlıksız ailede kişilerin doğal olarak geliştirdikleri algılama, duygu, düşünce, davranış, arzu ve amaçları inkâr edilir. “içinden geldiği gibi değil; mükemmeliyetçi kurala uyarak, başkalarının senden beklediği biçimde algıla, duygulan, düşün,davran, arzu et, ve amaç edin.” Bu durum kişini kendi gerçeğini inkâr etmesine neden olur. Böylece kişi tamamen dışa bağımlı, kendi iç dünyasıyla ilişkisi kopuk, robot gibi yaşar. Böyle bir kişinin mutlu olması da söz konusu olmaz.
5.Konuşmanın yasak olması: Sağlıksız bir ailede özellikle çocukların duygu ve düşüncelerini ifade etmesine olanak verilmez. Bu duru çocuklarda değersizlik duygularına neden olur.
6.Küskünlük ve kırgınlıkların sürdürülmesi: Aile içindeki kırgınlık ve küskünlüklerin sürdürülmesi, kişilerin birbirlerini anlamasını ve sorunun çözülmesini engeller.
7.Kimseye güvenmeme: Sağlıksız bir ailede kimse kimseye güvenmez. Aslında güven var gibi görünse de temelde güvensizlik vardır. Sağlıksız ailede yetişen kişi kimseden saygı ve gerçek sevgi görmediği için kimsenin kendisine yardım edemeyeceğine inanır. Yardım etmek isteyenlerin “mutlaka art düşüncesi vardır, çıkarı vardır” diye düşünür.
Sağlıksız ailede yetişen kişilerin kendilerine güveni olmaz. Bu kişiler mutlaka dıştan denetimli bireyler olurlar.
“TEMELİNDE SEVGİ OLAN HİÇBİR EĞİTİM BAŞARISIZLIĞA UĞRAMAZ” (Pestallozi)
DİNLEME BECERİLERİ
Edilgin dinleme (sessizlik): karşısındakinin konuşmasına olanak verme. Edilgin dinleme kişiye:
•Duygularını duymak istiyorum
•Duygularını kabul ediyorum
•Benimle paylaşmak istediğin konuda vereceğin karara güveniyorum
•Bu senin sorunun sorumlu sensin gibi güçlü mesajları verir.
Kabul ettiğini gösteren tepkiler: Sessizlik iletişimi engellemesine karşın çocuğa kabul edilmediği izlenimini verir. Ona gerçekten tüm dikkâtimizi verdiğimizi göstermeliyiz.
♣Bunu yapmak içinse karşımızdakine sözlü ve sözsüz mesajlar iletmeliyiz.
♣Hı hı, evet, seni anlıyorum.....gibi sözlü mesajlarla;
♣baş sallama, jestler ve mimiklerle, beden duruşu gibi sözsüz mesajlarla karşımızdakine onu dinliyor hissini vermemiz gerekir.
Konuşmaya açık davet: Çocuklar sorun ve duygularını dile getirmekte güçlük çekerler. Konuşmak için yüreklendirilmek isterler. Şu örnek cümlelerle konuşmaya davet sağlanabilir:
•O konuda konuşmak ister misin?
•Bu olay karşısında neler hissettin?
•Bana örnek verir misin?
•Bu konuda neler düşünüyorsun?
ETKİN DİNLEME
Etkin dinlemede kişinin söylediklerinin gerçek anlamlarının kavranması gerekir. Etkin dinleme çocukların duygu boşalımına yardım eder. Çocukların duygularını keşfetmelerine yardımcı olur. Etkin dinleme çocukların olumsuz duygulardan korkmamalarına yardım eder, ana-baba-çocuk arasında sıcak bir dostluk geliştirir. Duyulduğunu ve anlaşıldığını bilmek öylesine hoş bir duygudur ki, konuşan dinleyene karşı bir yakınlık duyar. Çocuklar sevgiye tepki verirler. Kişi empati kurup doğru olarak dinleyince karşısındakini anlar. Bir anlamda kişi kendisini karşısındaki kişinin yerine koyar. Empati kurmayı öğrenen anne ve babalar çocuklarına daha fazla anlayış göstermiştir.
Etkin dinleme için:
•Çocuğun söylediğini duymak istemelisiniz. Bu onun için zaman ayırmak anlamına gelir. Zamanınız yoksa bunu çocuğunuza söylemelisiniz.
•O andaki soruna yardımcı olmayı gerçekten istemelisiniz. İstemezseniz isteyinceye kadar bekleyin.
•Duyguları ne olursa olsun, sizin duygularınızdan ne denli farklı olursa olsun onun duygularını gerçekten kabul etmelisiniz.
•Çocuğun duygularını tanıdığına, onlarla baş edebileceğine ve sorunlarına çözüm bulma yeteneğine tam olarak güvenmelisiniz. Bu güveni çocuğunuz sorunları kendi başına çözdüğünü gördükçe kazanacaksınız.
•Duyguların sürekli değil, geçici olduğunu anlamalısınız. Duygular geçicidir.
•Çocuğunuzu diğerlerinden farklı ayrı bir birey olarak algılamalısınız. Bu “ayrılık” çocuğun kendi duygularının olmasına, nesneleri kendisine göre algılamasına “izin” vermenize destek olur. “Ayrılık” ı, yalnızca hissetseniz bile çocuğa yardımcı olabilirsiniz. Çocuğun sorunları olduğunda onun yanında olmalı ancak karışmamalısınız.
Etkin dinlemenin en uygun zamanı çocuğun sorunu olduğunu gösterdiği andır. Ana-babalar çocuklarının duygularını dile getireceklerini duyacakları işin çoğunlukla bu anı kolaylıkla yakalayacaklardır.
Tüm çocukların öğretmenleri, arkadaşları, ana- babalarıyla, kardeşleri hatta kendileri ile ilgili problemleri olabilir. Bu sorunlar onların stres yaşamalarına neden olabilir. Bu tür sorunların çözümü için yardım alan çocuklar daha kendine güvenli ve daha güçlü olurlar. Yardım almayanlarsa duygusal açıdan sorunlar yaşarlar.
Etkin dinlemenin uygun zamanını bilmek için ana-babaların “bir sorunum var” türünden tümceleri duymaya açık olmaları, ancak önce çok önemli olan “SORUN KİMİN?”ilkesini bilmelidirler.
Ana-baba-çocuk ilişkisinde aşağıdaki gibi üç durum vardır:
1.Çocuğun herhangi bir gereksinimi engellenmişse sorunu var demektir. Çocuğun o anki davranışı anne-babanın gereksinimini karşılamasına somut bir biçimde engel yaratmadığı için sorun ana-babanın değil, SORUN ÇOCUĞUNDUR.
2.Çocuğun gereksinimleri engellenmeyip karşılanmakta ve davranışı anne-babasının gereksinimini karşılamada somut bir engel de yaratmamaktadır. Bu nedenle İLİŞKİDE SORUN YOKTUR.
3.Çocuğun gereksinimleri karşılanmakta ancak davranışı anne-babasının gereksiniminin karşılanmasını somut bir biçimde engellemektedir. Şimdi SORUN ANNE-BABADADIR.
Çocuğun sorunu olduğu zaman anne-babanın ETKİN DİNLEMESİ için en uygun zamandır. Ancak sorun anne babadayken uygun değildir. Çocuk sorun yaşıyorsa etkin dinleme ile onun kendi sorunlarına çözüm bulmasına yardım edebilirsiniz.
Etkin dinlemenin aşırı kullanılması ya da uygun zamanda ve durumda kullanılmaması işlerlik sağlamaz. Bu nedenle daha öncede belirtildiği gibi zamanlamanın ve koşulların sağlanması gerekir.
“ÇOCUK İNSANIN BABASIDIR.” (W. Wordsworth)
BEN DİLİ
Genellikle anne ve babalar iletişimde “sen dili”ni kullanıyorlar sen iletileri duygu ifade etmez . genellikle emir verme yargılama, öğüt verme gibi iletişim engellerini içerir. Örneğin:
•Konuşma artık
•Yapmamalısın
•Dersine çalışmazsan
•Yaramazlık yapıyorsun
•Bebek gibisin
•Dikkât çekmek istiyorsun
•Daha iyi öğrenmelisin......
Ana-baba çocuğun davranışını kabul etmediği zaman o davranış nedeniyle ne hissettiğini çocuğa söylerse ileti “SEN İLETİSİ”nden “BEN İLETİSİ” ne dönüşür. Yani ben dilinde duygular konuşur.
•Yorgun olduğum zaman canım oyun oynamak istemiyor
•Eğer bugün çok yaramazlık yaparsan ben çok üzülürüm
•Akşam yemeğini zamanında yetiştiremeyeceğim diye endişeleniyorum
Gerçekten de çocuktan beklediğimiz davranışların oluşmasında “ben dili”nin ne kadar etkili ve doğru bir iletişim aracı olduğunu göreceksiniz.
Ben dili çocuğun ana babasının kabul edemediği davranışını değiştirmesinde daha etkili olduğu gibi çocuk- ana baba ilişkisi için de daha sağlıklıdır. Ben dili çocuğu direnmeye, isyan etmeye yöneltmez.
Örneğin dışarı çıkmak için direnen bir çocuğa:
“Hayır, hemen odana git, sokağa çıkamazsın” demek mi doğrudur; yoksa “hava karardığı için sokağa çıkman beni endişelendiriyor. Bu yüzden gitmeni istemiyorum ama, yarın erken saatte arkadaşlarınla birlikte olmana izin verebilirim.” demek mi doğrudur? Tabii ki ilk cümle sen iletilerini içerdiği için çocukta bir direnme ya da isyana yol açacaktır. Ancak ikinci cümlede duyguların ifadesi söz konusu olduğu için ben dilini kullanmak daha etkilidir. Çünkü ben dili davranışı değiştirme sorumluluğunu çocuğa devreder.
SORUN ÇÖZME BECERİSİ
Kızgınlık ve öfke duygusu, farkında olunan ya da olunmayan çatışmalardan kaynaklanır. Sadece kısa süreli duygusal gerginlikleri değil uzun süreli çatışmaları çözmek de, yaşamın önemli bir parçasını oluşturur.
Çatışma değişik nedenlerden kaynaklanabiliyor çatışmaların çözümüne iki temel tutum içinde yaklaşılabilir.
1.Ben kazanacağım, o kaybedecek. (KAZAN / KAYBET)
2.Her ikimizin de sonuçtan memnun olması gerekir. (KAZAN / KAZAN ya da KAYBEDEN YOK ) yaklaşımları.
Kazan / Kaybet Yaklaşımı:
İki kişiden biri varılan sonuçtan hoşnut kalmaz. Bu tutumda en güçlü olan, hileli davranan kazanır. Bu yöntem beraberinde karşılıklı ilişkilerde güvensizliği getirir. Karşısındakini kaybetme pahasına tartışma taraflardan birince kazanılır.
Kaybeden Yok Yaklaşımı:
Bir çatışma konusu ortaya çıktığı zaman, taraflardan her biri sadece kendi isteğinin yapılmasına olanak verecek bir çözümde ısrar edecek yerde, her ikisi de yaratıcı bir biçimde iki tarafı birden tatmin edecek bir çözüm yolu bulmaya çalışırlar. Çatışmayı çözebilecek değişik yollar düzenli bir biçimde gözden geçirilerek bu gerçekleştirilebilir.
SORUN ÇÖZEBİLMEK İÇİN KULLANILABİLECEK AŞAMALAR
1.Birinci aşama
ÇATIŞMAYI TANIYIN: Sizce sorun nedir? Bu konuda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Burada “BEN DİLİ” kullanmayı ve her ikinizi de memnun edecek bir çözüme ulaşma tutumu içinde olduğunuzu belirtmeyi ihmal etmeyin.
2.İkinci aşama
BİR ÇOK ÇÖZÜM YOLU ORTAYA KOYUN: beş ya da on dakika gibi belirli bir zaman süresi içinde aklınıza gelen çözümleri. İyi ya da kötü, mümkün ya da değil gibi süzgeçlerden geçirmeden olduğu gibi ortaya koyun. Bu aşamada amaç sorunla ilgili olabildiği kadar çok sayıda çözüm yolunu bir liste halinde ifade edebilecek duruma gelmenizdir.
3.Üçüncü aşama
ÇÖZÜM YOLLARINI DEĞERLENDİRİN: Bu aşamada her çözüm yolunu değerlendirerek, bu çözüm yollarının her birinizi tatmin ettiğini tartışacaksınız. Bu evrede kişilerin dürüstçe düşüncelerini ifade etmeleri önemlidir. Bir çözüm tarzını istemediği halde karşısındaki memnun olsun diye kabul etmek, iki kişinin arasındaki ilişkinin sağlığı bakımından sakıncalıdır.
4.Dördüncü aşama
EN İYİ ÇÖZÜMDE ANLAŞIN: Şu ana dek bütün seçenekleri gözden geçirmiş bulunuyorsunuz. Şimdi her ikinizi de en çok tatmin edecek kararı verme durumudur bu karara ulaştıktan sonra çözümün ne anlama geldiği bir kez daha her iki kişi tarafından ifade edilir.
5.Beşinci aşama
ÇÖZÜMÜ UYGULAMAYA KOYUN: Bu evrede çözümün ayrıntılarını konuşmaya başlarsınız. Burada ayrıntılardan kastedilen, çözüm uygulamaya konduğunda her iki tarafça ne gibi uyarlamalar ve ayarlamalar yapılması gerektiğinin konuşulmasıdır. Çözüm bir planlamayı gerektiriyorsa hemen planlamaya başlayın. Burada üzerinde durulması gereken nokta çözümün uygulanmaya geçebilmesi için gerekli işlemlerin her iki kişi tarafından anlaşılmış olmasıdır.
6.Altıncı aşama
ÇÖZÜMÜ GÖZDEN GEÇİRME: Bir çözümün gerçekten uygulanabilir ve uygulanamaz olduğunu denemeden anlamak zordur. Çözümü bir süre uyguladıktan sonra gözden geçirmek üzere bir araya gelmekte büyük fayda var. Bu durumdan sonra çözüm tarzında bazı değişiklikler önerilebilir. Hatta öyle bir durum olabilir ki çözümü her iki taraf tatmin edici bulmayıp yeniden gözden geçirmek gereği duyulabilir.
Önemli olan sorunun altında ezilmek yerine her iki tarafı da hoşnut edecek bir çözüme ulaşıncaya kadar yaratıcı bir biçimde sorunla uğraşmak yapıcı çözüm önerileri getirmektir. Zaten anlatılan tüm bu bilgiler yerine geldiğinde ilişkiler daha yapıcı olacak ve karşılıklı olarak birbirini anlama söz konusu olacaktır.
|
ZAMANI ETKİLİ KULLANMA ZAMANI ETKİLİ KULLANMA
- Hiç boş vaktim yok, çok yoğunum. О Evet О Hayır
- Hiçbir şeye yetişemiyorum. О Evet О Hayır
- Gideceğim yere zamanında yetişemiyorum. О Evet О Hayır
- Spor yapmayı çok istiyorum, bir türlü zaman ayıramıyorum. О Evet О Hayır.
- Yabancı dilde kendimi geliştirmek istiyorum. О Evet О Hayır
Artık mezun olduktan sonra;
- Önemli şeyleri hep erteliyorum. О Evet О Hayır
- Hobilerime ancak hedeflerime ulaştıktan sonra zaman ayırabilirim О Evet О Hayır.
Yukarıdaki ifadelere çoğunlukla katıldığınızı düşünüyorsanız zamanı etkili kullanma ile ilgili olarak bazı alışkanlıklarınızı gözden geçirmeniz gerekebilir.
Lütfen aşağıdaki metni okuyunuz.
ZAMANI ETKİLİ KULLANMA
Masanızı düzenlemek, ne zamandır ertelediğiniz tadilat işlerini gerçekleştirmek, yeni bir dil öğrenmek, yatak odanızı yeniden düzenlemek, düzenli spor yapmak, bitirmek istediğiniz ancak ne zamandır ertelediğiniz bir projenizi tamamlamak, bir enstrüman çalmayı öğrenmek, İş ya da okul dışında etkinliklere zaman ayırabilmek... Tüm bunları gerçekleştirebilmek, zamanı planlayabilmek, etkili kullanabilmek kısacası eski alışkanlıkları değiştirmek anlamına geliyor. Alışkanlıklarımızı değiştirmek ise, öncelikle bu konuda istekli olmamızı gerektiriyor.
ZAMAN ETKİLİ KULLANMA NEDİR?
Zaman etkili kullanma, zamanımızın, amaçlarımızı, sorumluluklarımızı, yaşamda zevk aldığımız şeyleri ve sosyal yaşamımızın içerdiği etkinliklerimizi bir arada yürütebileceğimiz biçimde planlanması anlamına gelir. Toplum içinde yaşıyoruz. Görev ve sorumluluklarımız var, başarılı olabilmek için geleceğe yönelik hedeflerimiz var, hobilerimiz var. Ancak yine hemen hepimiz, “Tam çalışıyordum ki bazı işlerim çıktı.” “Bitirmek zorunda olduğum başka işlerim vardı.” “ Çok yoğunum, hiç zamanım yok.” türünden cümlelerle vakitsizlikten yakınıyoruz. Gerçekten Zamanımız Yok mu? Günde 24 saat, hafta da 168 saatlik zaman limitimiz var. Uyku, yemek, giyinme, ulaşım, özbakım gibi zorunlu kişisel işlerimiz için haftada 90 saatimizi ayırdığımızı düşünelim. Bu zamanımızın bir kısmını evde/yurtta bir kısmını da okul ya da işyerimizde geçiriyoruz. Okul ya da iş yerinde geçirdiğimiz saatlerin de haftada 40 saat olduğunu düşünürsek, geriye kalan 38 saatimiz kişisel gelişimimiz, sosyal ilişkilerimiz, hobilerimiz, eğlenme ve dinlenme zamanı olarak bize kalıyor. Görüldüğü gibi, işlerin yetişmeyiş nedeni, zamansızlığımız değil, “zamanımızı iyi planlayamayışımız” gibi görünüyor.
ZAMANI ETKİLİ KULLANMANIN DÜŞMANI: ERTELEME ALIŞKANLIĞI
Yapacağınız işler var ve siz yapmıyorsanız erteliyorsunuz demektir. Erteleme davranışı, bizi büyük sıkıntıya sokan ve bizde yaşamımızın kontrolümüzden çıktığı duygusunu uyandıran zararlı bir alışkanlıktır. Erteleme alanları;
- Okul ya da işle ilgili konular,
- Sosyal ilişkilerimiz,
- Parasal konular (ödemeler)
- Boş zaman etkinlikleri,
- Sağlığımızla ilgili konular,
- Kişisel bakım vb. konulardır.
Erteleme Nedenleri Erteleme büyük ölçüde yanlış inanışlarımızdan kaynaklanmaktadır. Bunlardan bazıları;
- Mükemmeliyetçiliğe dayalı erteleme,
- Başarısızlık korkusuyla erteleme,
- Başarı korkusuna dayalı erteleme,
- Onaylanma isteğine dayalı erteleme,
- Rahatlık duygusuna ve uyuşukluğa bağlı erteleme,
- Anında başarı ve hızlı çözüm isteğine dayalı erteleme,
- Zahmetsiz sonuç almak için bekleme,
- Ruh haline göre davranma,
- Kaygıya dayalı ertelemedir.
ERTELEME ALIŞKANLIĞINDAN KURTULMAK İÇİN
Erteleme alışkanlığınız olduğunun bilincinde olunuz.
- Ertelemekte olduğunuz işi yapmaya (sonuçlarına) yönelik istek duyunuz.
- Uzun dönemde kazançlı çıkmak için kısa dönemdeki sıkıntılara göğüs germeyi deneyiniz.
- Tam tersi bir yaşam tarzı alışkanlık oluncaya değin tekrarlamaya hazır olunuz.
Erteleme alışkanlığını yenmenin en iyi yolu, sağlıklı düşünce ile uyum içinde HAREKETE GEÇMEKTİR.
ZAMANI ETKİLİ KULLANMA TEKNİKLERİ
Amaç Belirleme :Yaşamımızda büyük amaçlarımız....
Yaşamımızda büyük amaçlarımız olabileceği gibi, kısa vadede gerçekleşecek günlük amaçlarımız olabilir. “Okulumu bitirmek istiyorum.” “Kariyerimi geliştirmek istiyorum.” “Aileme daha yakın olmak istiyorum.”
- Amaçların belirgin olması gerekir. Amaçlarınızı olumlu kelimelerle ifade edin. - Amaçlarınızı belirlerken neyi kastettiğinizi açık ve net bir biçimde ifade edin. Örn: Amacınız “büyük adam olmaksa” size göre bunun ölçütü nedir? Adını koymak gerekir.
- Amaçlarımız ölçülebilir olmalıdır. Amaçlarınız doğrultusunda ne yaptığınızı, daha neler yapmanız gerektiğini, başka yollar olup olmadığını da gözden geçirmek gerekir.
- Amaçlarınız uygulanabilir olmalıdır. Gerçekçi olmayan hedefler, zaman yönetiminin en büyük düşmanı olan erteleme davranışını beraberinde getirir.
- Amaçları uygularken zaman sınırı koymak gerekir. “Bu sene bitiririm.” yerine “Mayıs’ta bitirmiş olacağım” ya da “Perşembe günü raporu bitirip, teslim edeceğim.” gibi.
- Amaçlarınız yapmaya değer olmalıdır.
- Amaçlarınız gelişim ve değişiminize olanak sağlamalıdır.
Öncelikleri Belirleme: Önceliklerimizi belirleyen bizim değer sistemimizdir. Kimi zaman ailemiz, kimi zaman da işimiz/okulumuz önceliklidir. Öncelikleri düzenleme konusunda çok kesin yöntemler yoktur, ancak, yapılacak işler listemizdeki işleri;
- Yapılması gereken acil işler
- Yapılması gereken önemli işler
- Yapılması gereken önemli ve acil işler olarak kategorize edebiliriz.
Önceliklerimizi, genellikle aciliyetine göre belirleme eğilimindeyizdir. Bunun anlamı ise, çabuk ve kolay sorunların daha önce ele alınması, yaparken de hayatımızı gerçekten değiştirebilecek önemli görev ve etkinliklerin gözden kaçırılmasıdır. Öncelik belirlerken hem acilliğe, hem de öneme dikkat etmek gerekir. - “Eğer bu işle uğraşmaktan tümüyle vazgeçersem ne kaybederim?” - “Bu işi (yerine sizin için daha önemli başka bir iş koymak koşuluyla) daha ileri bir tarihe erteleyebilir miyim?” - “Ben şu anda bu işi önemli olduğu için mi yapıyorum?” gibi soruların yanıtları, uğraşmakta olduğumuz işin önemli olup olmadığını gösterecek ipuçlarıdır. Uzun ve Kısa Vadeli Planlar Yapma: Amaç ve öncelikler belirlendikten sonra yapılacak bir planlama, amaçlarımızın gerçekleştirilmesine yardımcı olacaktır. Planlama, belirlenen hedeflere ulaşmanın kim, ne, nasıl, ne zaman bölümüdür. Yaratıcı olduğu kadar esnek de olmalıdır. Uzun vadeli planlama; Yıllık bir ajanda edinilerek planlanan işlerin bitiş tarihleri bu ajanda da yer almalıdır. Plan yapmada ilk somut adım budur. Kısa vadeli planlama: haftalık planlar ve günlük planlardır. Uzun vadedeki planımıza uygun olmalıdır. Gerçekçi ve esnek bir plan yapmadan önce haftalık ve günlük rutinimizi tanımamız, değerlendirmemiz ve yapmamız gerekenleri not etmemiz gerekir. Bu planlarda acil işlerimiz, önemli işlerimiz göz önünde bulundurulmalıdır. Uzun vadeli hedeflerimiz için önemli işler kişisel gelişimimize katkıda bulunacak etkinlikler, rutin işlerimiz vb. yer almalıdır.
Plan yaparken:
• Daha verimli çalışabileceğimiz, üretken olduğumuz saatleri önemli işlere ayırmaya,
• Günü ayrıntılı planlamaya, ancak beklenmeyen durumlar için esnek olmaya,
• Başlama zamanlarına sadık olmaya,
• Planımızı gerçekleştirebilmek için çevremizdekilere gerektiğinde “Hayır” diyebilmeye,
• Her sabah, kendimize 10-15 dk.lık planlama zamanı ayırmaya ve küçük notlar alabileceğimiz bir ajanda edinmeye,
• Günü hep olumlu biçimde tamamlamaya,
• Gerçekçi plan hazırlamaya ve günlük planın esiri olmamaya,
• Ödüllendirici olmaya, (planımızı gerçekleştirdiğimizde kendimizi takdir edebilmeliyiz.)
• Değerlendirme yapmaya (planımı uygulayabildim mi, yolunda gitmeyen neydi, neleri yeniden düzenlemeliyim gibi) dikkat etmek gerekir.
Zamanı Etkili Kullanmayı Kolaylaştıran İpuçları;
• Teknoloji kullanımı. (E-mail, telefon gibi teknolojilerin yerinde kullanımı, uzun banka kuyruklarını engellemek için otomatik ödeme vb.)
• Takvimli ajanda kullanarak, kişisel gelişimimiz için etkili olacak etkinlikleri not etmek ve böylece unutmamak,
• Yapılacaklar listesi, alış veriş listesi gibi günlük listeler oluşturmak. Böylece unutulabilecek ya da gözden kaçırılabilecek durumlara meydan vermemek,
• Sabah günü planlamak için, gece ise günü değerlendirmek (olumlu değerlendirmek, başarabildiklerimiz üzerinde durmak koşuluyla) için kısa bir süre ayırmak,
• Toplu taşıma araçlarında ya da kuyruklarda yapabileceklerimizi yanımızda bulundurmak,
• Bizim dışımızda başkalarının yapabileceği işlerimiz için yardım almak, iş bölümü yapmak bize yardımcı olabilir. Zamanı etkili kullanabilmek için geliştirilmesi gereken en önemli becerilerden biri de gerektiğinde ‘HAYIR DİYEBİLMEK’ tir. Bu konuda düzenlenen seminerlerimize katılabilir, bireysel olarak yardım alabilirsiniz. Tüm çabaya rağmen motivasyon konusunda güçlükler yaşanıyorsa bir uzman yardımı almak gerekli olabilir. Merkezimizden bireysel psikolojik yardım alabileceğiniz gibi Zamanı Etkili Kullanma, Etkili Ders Çalışma Becerileri Kazanma gibi seminerlere katılabilirsiniz. Zamanı etkili kullanmayı bilmek yeterli değildir. Hemen başlamak gerekir.
BAŞARILAR...
|
SINAV ÖNCESİ ÖNERİLER SINAV ÖNCESİ ÖNERİLER
Planlama yapın
Öncelikle sınavı kafanızda genel olarak değerlendirin. Kalan süreyi planlamaya çalışın. Bu planlama hem sınav kaygınızın artmasını engellemiş olacak hem de zamanınızı daha verimli biçimde geçirmenizi sağlayacaktır. Planınızın bir bölümünde konu eksiklerinizi tamamlamak ve test çözümü için zaman ayırırken diğer bölümünde ise dinlenme ve eğlenmeye de zaman ayırmaya çalışın.
Konu eksiklerinizi tamamlayın
Konu eksiklerinizi tamamlamak öğrencilerin genellikle erteledikleri bir sorumluluktur. Oysa konu eksikleriniz devam ederken test çözmek hem verimsizdir hem de yanlışların çok çıkması nedeniyle motivasyonunuzu düşürebilir.
Kalan süre için gerçekçi olun
Örneğin elinizdeki tüm kaynakları bitirmek isteyebilirsiniz. Ancak kalan zamanda bu tüm soruları bitirecek vaktiniz olmayabilir. Zamanınızı eksik olduğunuz konularda sorular çözme yönünde planlayabilirsiniz. Elinizdeki çözmek istediğiniz soruları belirleyin ve sınava kadar bu soruları hangi günlerde bitireceğinizi belirleyin.
Deneme sınavlarının sonuçlarını abartmayın
Bu sonuçlar sizin eksik olduğunuz konuları tespit edebilmek için yapılmaktadır. Morali bozmak ve ‘ bu gidişle bir şey yapamam ’demek yerine ‘eksik olduğum konuları tespit ediyorum’ düşüncesiyle sınav sonuçlarını değerlendirin. Konu eksiklerini belirlediğinizde bunu telafi edecek zamanınızın olduğunu unutmayın. Eksiklerinizi deneme sınavlarında fark etmek TEOG’da fark etmekten daha iyidir.
Hangi lisede öğrenim göreceğinizi sonra düşünürsünüz
Hangi lisede öğrenim görmek istediğiniz konusunu sınav sonrasına erteleyin. Kalan süreyi daha çok sınav öncesi yapacaklarınız için değerlendirin. Sınav sonrasında karar vermek için yeterince zamanınız olacak.
Mümkün olduğunca deneme sınavlarını kaçırmayın
Bu sınavlar sadece soru çözmenize değil, sınav ortamına fizyolojik ve psikolojik olarak da hazırlanmanıza yardımcı olur. Çünkü sınav anında uzun süre tuvalete gidemeyecek, aynı sırada oturacak ve yemek yiyemeyeceksiniz. Bu alışkanlıklar sınav ortamında kazanılır.
Evde test çözerken mutlaka zaman tutmaya özen gösterin
Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan sınavlarda soruyu çözmenizden ziyade soruyu belirli bir zamanda çözmeniz önem kazanmaktadır. Evde test çözerken süre tutmanız size bu alışkanlığı kazandıracaktır.
Psikolojik dayanıklılık çalışın
Sınav esnasında öğrenciler pek çok sorunla baş etmek zorunda kalırlar. Bu sorunlarla baş etmek için hazırlıklı olunmalıdır. Örneğin üst üste birkaç soru yapamadığınızda neler hissedersiniz? Neler düşünürsünüz? Bu durum sizi nasıl etkiler ve nasıl baş edersiniz? Bu durumun örneklerini girdiğiniz deneme sınavlarında bulmaya çalışın. Sınavda psikolojik dayanıklılığınızı geliştirmeniz sınav performansınızı çok yakından etkileyecektir.
|
ERGENLİK DÖNEMİ VE ANNE-BABA TUTUMLARI ERGENLİK DÖNEMİ VE ANNE-BABA TUTUMLARI
Ergenlik, her bireyin hayatında oldukça önemli yer tutan bir dönemdir. Genellikle 11–20 yaşları arasında tanımlanan bu döneme girme yaşı ve uzunluğu genetik faktörlere ve çevresel faktörlere göre kişiden kişiye değişiklik göstermektedir. Ergenlik dönemi dalgalanmaların yoğun görüldüğü zor bir dönemdir. Bu dönem “fırtına-gerginlik” dönemi olarak da bilinir. Bu dönemde kişiler, biyolojik gelişimin yanı sıra, psikolojik, zihinsel ve sosyal açıdan gelişir, olgunlaşırlar. Bu derece önemli değişikliklerin olduğu, çocukluktan yetişkinliğe adım atıldığı, kişinin artık kendini ve çevresini farklı bir pencereden gördüğü bu dönemi, ergenler en yakını olan ailelerinden aldıkları destekle aşabilmektedir. Bu destek kişilik gelişimini olumlu yönde etkilediği gibi sağlıklı ve mutlu bireyler olarak hayata adım atmalarına da yardımcı olmaktadır. Ergenlik dönemi hem ergen için ve hem de ergenin ailesi için zor dönemdir. Ergen; bedensel, cinsel, sosyal ve duygusal anlamda farklı bir döneme girmiştir. Bu gelişim aşamalarında yaşadığı süreçler sebebiyle ergen kendisini farklı hisseder ve çoğu zaman kendisini tanımlamakta güçlük çeker. Aile ergeni anlamakta güçlük çekerken, ergen anlaşılma duygusunu tam olarak yaşayamadığını düşünür. Aile çocuğunu ne kadar iyi tanır ve bu dönem özelliklerine vâkıf olabilirse ebeveyn-ergen çatışmaları o denli az olur. Ne var ki birbirine kenetlenilmesi gereken bu dönemde aile içinde çok büyük problemler yaşanabilmektedir. Bunun da en büyük sebebi, kuşak çatışmasından çok, ebeveynlerin ergenlik hakkındaki yetersiz bilgileri ve anne-baba-çocuk arasındaki iletişimin yanlış kurulmasındır. Bunun sonucunda ergenler, anne-babalarından çok farklı dünyalara sahip olduklarını düşünerek ve anlaşılmadıklarını hissederek en ufak konular için bile sık sık tartışıp duygusal bir uzaklaşma yaşamaktadırlar. Burada anne ve babanın ergen ile nasıl iletişim kurduğu ve bunun devamını nasıl sağladığı çok önemlidir. Bu dönemde, nasıl bir birey olduğunu sorgulayan ve kendi hakkında farkındalık kazanan bireyin aileden uzaklaşmasının mümkün olabileceği, arkadaşlarının zaman zaman aileden bile önce gelebileceği bilinmelidir. Ergen tarafından kendini bir grubun parçası olarak görmenin ne derece önemli olduğunun anne ve baba tarafından normal karşılanması gerekmektedir. Arkadaşları arasında benimsenen bir tarzda giyinmenin, saç modeli yaptırmanın, popüler olan sözcükleri kullanmanın altında yatan sebebin yaşıtları arasında sevilen, takdir gören bir birey olmak için yapıldığını bilmek anne ve babanın kafasındaki birçok soru işaretine çözüm olacaktır. Bunu göz ardı ederek, çok hassas oldukları dış görünüşleri hakkında yapılan eleştiriler anne-baba-çocuk ilişkisini gereksiz tartışmalara sürükleyecektir. Yine bu dönemde ergenler kendi doğrularının tartışılmaz ve şüphe edilmez olduğunu düşündükleri için onları başka bir fikir veya durum için ikna etmeye çalışmak sonuçsuz kalabilir. Bu döneme özgü durumları, bunlarla karşılaşıldığında soğukkanlı olmanın zorunluluğunu bilmek, bazı davranışların bu dönemin getirileri olduğunu kabul etmek ailelerin olaylara başka bir pencereden bakmalarını sağlayacaktır. Ergenlik döneminde, çocukların yetişmesine en büyük katkıyı sağlayacak olan anne ve babaların, aralarında kurdukları iletişim en önemli konulardan biridir. Kendini kaliteli bir iletişim konusunda gerçekten açık tutan, karşı tarafı anlamak için olaylara onun penceresinden de bakabilen ve bunları yaparken ciddi bir kararlılık gösteren anne ve babalar için bu dönemde karşılaşılan sıkıntıları atlatmak çok daha kolay olacaktır. Konuşurken yargılayıcı bir ses tonundan kaçınmak, sakince konuşmaya çalışmak, ilginç bir sohbet konusu bulmak ve bunu devam ettirmeye çabalamak, onunla konuşurken kendisiyle nasıl konuşulması isteniyorsa o şekilde konuşmak, doğru ve etkili bir iletişim için basit gibi görünen etkili bir yöntemdir. Anne ve babanın yaklaşımları, çocukların ileride nasıl bir birey olacağını da etkilemektedir. Çocuklarını kontrol ve aşırı koruma altına alınmaları, onlarda başkalarına bağımlı, kendine güveni olmayan bir kişiliğin oluşmasına sebep olur. Bunun tam karşıtı olan, hiçbir hareketi sınırlandırılmayan, her olumlu davranışı abartılan, yani aşırı hoşgörü ortamında büyüyen bireyler ise bencil yetişebilir. Böylece sürekli başkalarının dikkatini çekmek isteyen ve karşı tarafı yönetmeye çalışan bir tutum içine de girebilirler. Baskıcı bir tutumla yaklaşan anne babaların çocuklarında da başkalarının ne düşündüğüne fazlaca önem veren, pasif, girdiği ortamlarda hep geri planda kalan bir kişilik ortaya çıkabilir. Ancak çocuğa belirli sorumluluklar veren, onu başarması için cesaretlendiren ve ona yeni karşılaşacağı durumlarda oluşabilecek problemleri çözebilmesine yarayacak beceriler kazandıran ailelerin çocukları gerçek hayatın içine girdiklerinde başarıyı yakalayabilmektedirler. Tüm anne ve babaların unutmaması gereken en önemli nokta, çocukların gelişim süreci boyunca genetik özelliklerinin kişilikleri üzerine etkisinin yanı sıra, çevreden gördüklerini de öğrenip uygulayacaklarıdır. Bu sebeple, çocuklar en yakın çevrelerinde bulunan anne – babalarının iyi veya kötü özelliklerini model alarak, olaylar karşısında kendi davranış ve tutumlarını oluştururlar. Anne- babanın -eğer uygulayabilirse- güçlü iletişim tarzı kısa zamanda çocuk tarafından fark edilecek ve o da elinden geldiğince bunu yaşamında uygulamaya başlayacaktır. Sadece ergenlik dönemi için değil tüm dönemlerde, iletişimin doğru ve kaliteli olması anne-baba-çocuk ilişkisinin de aynı derecede güçlü ve sağlam olmasını sağlar. Bu dönemde ergenlerin aileden uzaklaşmadan, kendilerini yalnız hissetmeden ileride hayatlarını etkileyebilecek olan kararları almaları ve doğru seçimler yapmaları, büyük ölçüde anne- baba tutumlarına bağlıdır.
ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI AİLELERİN ŞİKÂYETLERİ
¨Hırçınlaştı. Ders çalışmıyor. Sorumluluk duygusu yok. Canım sıkılıyor, diyor. En küçük isteklerini sert bir dille bildiriyor. Kardeşini kızdırmaktan zevk alıyor. ¨Okuduğunu anlamıyor gibi. Durgunlaştı, dalgınlaştı. Çabuk karamsarlığa düşüyor. Ara sıra hiç yoktan huysuzlaşıyor. Sert karşılıklar veriyor. ¨İleri derecede alıngan... Derslerinde gene başarılı; ama oyuna, eğlenceye çok düştü. Olur olmaz her şeye ağlıyor. Evde huzursuz, dışarıda sıkılgan… ¨ Her istediğini yaptırmak istiyor. Bir yere giderken çok süsleniyor, ayna karşısında çok vakit harcıyor. Karışmamızı istemiyor. ¨Spora, bilgisayar veya televizyona çok düştü. Derslerine boş veriyor. Banyoya sokamıyoruz, ellerini bile yıkatamıyoruz, saçını kestiremiyoruz…
ERGEN NE HİSSEDER, NASIL DAVRANMAK İSTER?
1-Ergenin genel olarak duygularında istikrarsızlık olduğu görülür. Bir gün önce çok mutlu ve enerjik olan ergen, ertesi gün kabuğuna çekilmiş ve bitkin olabilir. Duygular anlık olarak da değişkenlik gösterebilir. Bu nedenle ebeveynin bunu kabul etmesi ve her defasında “Daha dün iyiydin, şimdi ne oldu?” türünde sorgulamalara ve baskıcı yaklaşımlara girmemesi gerekir.
2- Bu dönemde ergen duygularını çok dolu ve coşkulu yaşar. Gerek ses tonu ve vurgulamaları ve gerekse mimikleri önceki döneme göre duygularını ifade ederken daha farklıdır.
3- Diğer dönemlere göre daha yoğun hayal kurar ve zaman zaman o andan uzaklaşır. Bunlar, gelecekle ilgili planlar olabileceği gibi, karşı cinsle ilgili hayaller de olabilir.
4- Ergen, zaman zaman yalnız kalma isteği içinde olabilir. Odasına çekilen ve yalnız kalmak istediğini söyleyen bir ergenin ciddi bir sorunu olduğu düşünülüp kaygılanılmamalıdır. Ergen kendisi ile baş başa kalıp yaşadıklarının muhasebesini yapma ihtiyacı hissedebilir.
5- Ergen, kendini yorgun hissedebilir, buna bağlı olarak ders çalışmaya karşı isteksizdir. Vücut enerjisi âdeta büyümeye harcanıyor gibidir.
6- Ergen, yaşadığı bedensel değişimlere bağlı olarak çekinebilir ve kendini saklama ve bu değişimlerden çevreyi haberdar etmeme isteği içinde olabilir. Fiziksel özelliklerini beğenmeyebilir ve bu duygunun getirdiği mutsuzluğu yaşayabilir.
7- Yeni şeyler deneme ve öğrenme merakı artmıştır.
8- Bu dönemde arkadaş çok önemlidir. Bu nedenle arkadaş seçimi konusunda ergenin dikkatli olması ve ailenin hassas davranması gerekir.
9- Bu dönemde, fark edilme ve takdir edilme ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacını aile içinde gideremeyen ergen, farklı arkadaş gruplarında bu arayış içinde olabilir.
10- Bu dönemde depresyonlarda artış görülür. Özgüven problemi, karşı cinsle ilgili yaşanan problemler, okul ve aile içi problemler buna neden olabilir. Genellikle kısa süreli yaşanır ve müdahale gerekmez. Ergen kendini üzgün ve kötü hissediyordur; ancak günlük hayatına devam edebilir.
11- Ergen zaman zaman öfke patlamaları yaşayabilir. Bu esnada onunla konuşmaya çalışmak anlamlı olmayabilir. Sakinleşmesini beklemek gerekir.
12- Yeme bozuklukları ise bir başka sorundur. Özellikle çok yemek yeme veya yemeği reddetme ve sürekli, kilolu olduğunu düşünme ergende karşılaşılan sorunlardandır.
AİLELERE ÖNERİLER:
● Ergen her şeyden önce anlaşılma ve değer görme duygusunu yaşamalıdır. Bu nedenle ebeveynin bu duyguları yaşatma adına söz ve davranışları konusunda hassas olması gerekir. Aksi takdirde ergen bu duygularını tatmin etmek için farklı çevrelere ihtiyaç duyacaktır.
● Ergenle fikir alışverişleri yapılmalı; ergen, aile konuları dışında tutulmamalıdır.
● Çeşitli sorun ve konularda ergen, objektif bir biçimde saygıyla dinlenmeli ve ortak paydalar bulunmaya çalışılmalıdır.
● Nasihatler genellikle işe yaramaz, sadece ergenin o an ebeveyni dinlemesini sağlar, uzun vadede çözüm değildir.
● Ergenin arkadaşları eleştirilmemeli, ebeveyn bu konuda ergenin arkadaşlarını tanıma yoluna gitmeli ve bunu çocuğuna hissettirmelidir. Hoş olmayan bir durum varsa bu, ergenle paylaşılabilir. Fakat tanımadan eleştirmek, ergenin ebeveynini haksız bulmasından başka bir işe yaramaz.
● Sevgi göstermekten kaçınılmamalıdır.
● Evdeki genel ortamın gergin olmamasına dikkat edilmelidir.
● Okul hayatına ilişkin akademik beklentiler konusunda mantıklı olunmalı ve daha önceki durumu ve çalışma alışkanlıkları göz önünde bulundurulmalıdır.
ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI
● Ülkemizdeki sınav sistemlerinin ergenlik dönemine adım atan çocukları ne derece baskı altına aldığı unutulmadan onlara destek verilmelidir. Bu zor dönemlere bir de sınav kaygısının eklendiği göz önünde bulundurulmalıdır. Aile, çocuğu ders çalışma konusunda elbette takip etmeli ve bu konuda desteklemeli; ancak bilinçsiz bir baskı, çocuğun bu dönemi sağlıklı geçirmesini engelleyecek ve olumsuz başka sonuçlara neden olacaktır. Ergenlik dönemi çok çatışmalı ve gergin geçiyorsa bir psikologdan destek alınmasında fayda vardır.
|
AİLE BİRLİĞİNİN BOZULMASI VE ÇOCUK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ AİLE BİRLİĞİNİN BOZULMASI VE ÇOCUK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Çocuğun sağlıklı gelişimi; sevgi, saygı, güven gibi temel ihtiyaçlarının anne-babası tarafından karşılandığı bir aile ortamında gerçekleşir. Aile, bu bağlamda çocuğun kişiliğini biçimlendirir ve geleceğine yön verir. Ebeveynlerin çocuk ile olduğu kadar birbirleriyle olan ilişkilerinin niteliği de çocuğun gelişimini etkiler.
Boşanma, hem anne-babanın hem de çocuğun yaşamında, aile birliğinin bozulması ile önemli değişimlere yol açan sarsıcı olaylardan biridir.
Boşanma ile yeni bir yaşam düzenine adım atmaya hazırlanan ebeveynlerin, bu zorlu dönemde yaşanan olaylardan çocuklarının en az düzeyde etkilenmesini sağlamak için dikkatli davranmalarını gereken bazı konular vardır.
Çocuklar yaşlarına, cinsiyetlerine, mizaç özelliklerine, boşanma sürecinde, öncesinde ve sonrasında yaşanan olaylara, anne-babanın yaklaşım tarzlarına, tutumlarına bağlı olarak boşanma olayından farklı düzeylerde etkilenirler.
Çocuklar, gelişim dönemlerine göre boşanma olayına ne tür tepkiler verir? Erken çocukluk döneminde( 0-3 yaş) yaşanan boşanma olayı karşısında çocuk, uyku problemleri, öfke patlamaları, alt ıslatma, parmak emme ve aşırı bağlanma, ağlama gibi tepkiler gösterebilir.
Okul öncesi dönemde ( 3-6 yaş) çocuk, yaşanan olaylardan kendisini sorumlu hissedebilir ve suçluluk duyabilir, birlikte yaşadığı anne ya da babasına karşı öfkeli olabilir, uyku problemleri yaşayabilir.
Okul döneminde (6-11 yaş) çocuk, giden ebeveyninin artık onu istemediğini düşünebilir, birlikte yaşadığı anne ya da babasını boşanmadan sorumlu tutabilir ve ona karşı hırçınlaşabilir, sağlıklı arkadaş ilişkileri kuramayabilir, uyku düzeni bozulabilir.
Boşanma olayının çocuk üzerindeki olumsuz etkileri sadece o dönemle sınırlı kalmaz, dikkat edilmediği takdirde çocuğun gelişiminde ciddi problemlere yol açabilir ve uzun vadede kişiliğe yerleşen önemli sorunlara neden olabilir.
Boşanma sürecinde anne-babalar nelere dikkat etmelidir? Boşanma kararını anne-baba birlikte çocuğa açıklamalıdır. Boşanmadan sonra yaşamlarında ne gibi değişikliklerin olacağı konusunda çocuk bilgilendirilmeli, belirsizliklerden mümkün olduğunca uzak tutulmalıdır. Boşanma sonrasında ayrı yaşayacağı anne ya da babasını düzenli ve sürekli olarak görebileceği konusunda çocuğa güven verilmelidir. Çocuk, anne-baba arasında yaşanan problemlerin, tartışmaların dışında tutulmalı; taraflardan birini seçmeye, tanıklık etmeye, yan tutmaya zorlanmamalıdır.
Boşanma ile birlikte ona karşı olan sevgilerinde hiçbir değişiklik olmayacağı açıkça ifade edilmelidir.
Anne- baba, çocuğun boşanma süreciyle ilgili tüm sorularını dürüstlükle cevaplamalı, bu durumdan kesinlikle onun sorumlu olmadığını anlatmalı ve duygularını açıkça ifade etmesi konusunda çocuğu cesaretlendirmelidir. Boşanmanın hemen ardından ev ya da şehir değiştirme, yeni bir evlilik gibi önemli yaşam değişiklikleri ertelenmelidir.
Çocuğun yaşıtlarıyla vakit geçirmesi sağlanmalı, spor müzik gibi sosyal faaliyetlere katılımı desteklenmelidir.
Çocukların ebeveynlerini model aldıkları unutulmamalı, mümkün olduğunca kaygılı, gergin, mutsuz görünmekten kaçınılmalıdır.
Anne-baba, boşanmanın çocuk üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmaya çalışırken kendilerini, bu zorlu dönemde yaşadıklarını da göz ardı etmemeli; gerekirse profesyonel yardım almalıdır.
|